Belgeseller

The Social Dilemma (Belgesel)

Facebook, Instagram, Twitter, Pinterest, Google ve benzer diğer platformlarda gerçek ürün aslında kullanıcılar ve onların bu platformları kullanmaya ayırdıkları dikkatleri. The Social Dilemma, bu konuda yapılmış olan ilk belgesel olmasa da, görüşlerine yer verilen isimler oldukça dikkat çekici, pek çoğu bu platformları geliştiren ve onlara yeni özellikler ekleyen isimler.

Ücretsiz olan tüm bu sosyal medya platformların para kazanmak için üç temel prensipleri var. Bağlılık (engagement), yani, kullanıcıların o platformda ne kadar süre geçirdikleri; büyüme (growth) yani yeni kullanıcıları bünyelerine katabilme hızları; ve tabii ki reklamlar (advertisement), yani kişiye özel, ilgi alanlarını dikkate alarak odaklanmış reklamlar. Bu platformlar nedeni ile pek çok kişinin hayatlarını yaşamayı adeta bıraktıkları, sadece bu platformda gördükleri başkaları ile fiziksel özelliklerini karşılaştırarak mutsuz hale geldikleri, hatta daha depresif oldukları kanıtlanmış gerçekler. Oysa, tüm bunları kontrol etmek için hiçbir gerçek yaptırım yok. Bunun adı kısaca bağımlılık, işin en kötü yani ise bu bağımlılığın seviyesi her geçen gün giderek artıyor, The Social Dilemma’da sunulana göre daha da artacak. Bu platformlar, kullanıcılarının hayatlarının hemen her alanına, üstelik de onların kendi izinleri ile, dahil olup onları izliyorlar ve kontrol ediyorlar. Ve üstelik, bunun etik yönünü veya uzun vadede yol açabileceği zararları hiç düşünmeden para kazanıyorlar.

Bu belgesel, şu soru ile sona eriyor: ‘Bu platformları tamamen kapatmadan, insana zarar vermeyecek şekilde onları yeniden yapılandırmanın bir yolu var mı?’ Aslında bugüne kadar pek çok kitapta, makalede, belgeselde, haberde veya röportajlarda dile getirilmiş olan sorunlara işaret ediliyor, çözüm için ise sadece bu sosyal medya platformlarının buna gönüllü olmaları gerektiği vurgulanıyor. Ayrıca, bu platformları yaratan ekipte yer alanların kendi çocuklarına bu ürünleri kullanmayı yasaklamış olmaları da vurgulanan diğer bir nokta. Kullanıcı olma yaşının yükseltilmesi gerektiği, mümkün olduğunca bu sitelerde geçirilen zamanının kısaltılması, çocuklar için dakika sınırı konulması, tavsiye edilen videoların doğrudan izlenmesi yerine her seferinde yeni bir arama yapılması, tüm bildirimlerin kapatılması ve çok yönlü içeriğe ulaşabilmek adına pek çok farklı görüşten insanın takip edilmesi bireysel kullanıcıların yapabilecekleri arasında gösteriliyor.

2020
94 dk.
imdb
↑ toc

Terms and Conditions May Apply (Belgesel)

Terms and Conditions May Apply, Google, Facebook, Instagram, Twitter ve diğer pek çok ücretsiz platformda kullanıcı olabilmek için çoğu zaman hiç düşünmeden kabul ettiğimiz hüküm ve koşulların bize aslında neye malolduğunu anlatıyor. Beğendiklerimiz, arama geçmişimiz, bulunduğumuz lokasyonlar, iletişimde olduğumuz kişiler, hangi resimlere kaç saniye baktığımız gibi aslında çok değerli bilgileri bu platformlarla paylaşıyoruz, üstelik kendi isteğimizle, hiçbir itiraz hakkımız olmadığını baştan kabul ederek. Kullanıcıların dikkati, bu platformların ürünü haline geliyor.

Yayınlandığı tarih itibarıyla, bu platformlarla ilgili olan tartışmaların öncülerinden olan bu belgesel özel hayatın gizliliğinin olmadığını vurguluyor. Üstelik, sizin sosyal medyada hesabınızın olmamasının güvende kalmanız için asla yeterli olamayacağı da vurgulanıyor.

2013
80 dk.
imdb
↑ toc

Minimalism: A Documentary About the Important Things (Belgesel)

The Minimalists isimli kitapları ile tanınan Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus, bu belgeselde daha az eşya ile yaşamaya karar veren insanların öykülerini paylaşıyor. Daha azla yaşamak hiç birşeyle yaşamak değil kesinlikle. Sadece yetecek olan kadarı ile yaşamak. İçinde bulunduğunuz ortamdaki eşyaların ve nesnelerin sayısını azaltmak aynı zamanda o ortamdaki arınmayı ve ferahlığı da beraberinde getiriyor aslında. Daha sürdürülebilir bir hayat tarzına geçenlerin öyküsü aslında ilham veriyor, sadece almak için almak değil gerçekten gerekli olanı almanın hem bireylere hem de dünyaya olumlu etkisi anlatılıyor. Sürdürülebilir bir dünya için, aynı zamanda, ikinci el eşya seçeneğini de unutmamak gerekli.

2015
79 dk.
imdb
↑ toc

Food, Inc. (Belgesel)

Her gün markete gidip satın aldığımız yiyecekler, hangi süreçlerden geçerek tabağımıza kadar ulaşıyor? İçeriklerinde hangi katkı maddeleri yer alıyor? Ve daha da önemli bir soru: Ne yediğimizi gerçekten bilseydik eğer, gene de yemeğe devam eder miydik?

Bu belgesel ABD’de ki gıda sektörünü sorgulasa da, birçok ülkede gıda üretimi artık aynı şekilde yapılıyor, marketlerde aynı büyük firmalara ait yiyecekler kendine yer buluyor. Gıda firmalarının argümanı ise, giderek artan nüfusu beslemek için, yani herkese yetecek gıdanın üretimi için yeni yollar aradıkları yönünde. Hamburger Cumhuriyeti isimli kitabın yazarı Eric Schlosser’in de yeraldığı bu belgesel işte bu konuları tartışıyor.

2008
94 dk.
imdb
↑ toc

The True Cost (Belgesel)

Giydiğimiz kıyafetlerin gerçek bedelini aslında kim ödüyor? $5 etiketi ile satılan tişörtlerin dünyaya gerçek maliyeti ne? Hızlı moda (fast fashion) akımının perde arkasını anlatan bu belgesel, moda sektöründe daha adil bir üretimin yollarını arıyor, sektörün yol açtığı etkileri tartışıyor. Bir tarafta düşük bütçeli hızlı tüketime yönelik moda akımına kapılmış tüketiciler ve diğer tarafta olumsuz şartlar altında üretime devam eden, farklı ülkelerdeki ucuz işgücünden yararlanan firmalar. En acı olaylardan biri 2013 yılında Bangladeş’te büyük bir felaketle sonuçlanan Rana Plza’nın çöküşüydü. Üstelik bu ne ilk ne de son örnek.

Sürdürülebilir ve etik moda için en önemli belgesellerden biri.

2015
92 dk.
imdb
↑ toc

Forks Over Knives (Belgesel)

Forks Over Knives, batı tarzı diyetin yol açtığı hastalıklara ve kilo artışına dikkat çekerek başlıyor. Batı tarzı diyet, yüksek kalorili, protein açısından zengin, bol yağlı ancak lifli beşinden yoksun kızartılmış gıdanın yoğun olarak kullanıldığı beslenme tarzını temsil ediyor. Bu beslenme tarzı, özellikle zincir restoranlar ve paketli işlenmiş hazır gıdaların yaygın hale gelmesi ile tüm dünyaya yayılmış durumda. Belgeselde paylaşılan verilerine göre ABD’de nüfusun 40%’i obezite ile karşı karşıya. Bu veriler, 2011 yılı öncesine ait. Ayrıca, ABD nüfusunun yarısı düzenli olarak reçeteli ilaç kullanıyor. Şeker, kafein, tuz, yağ en çok tüketilen besin içerikleri arasında yer alıyor. Beslenme tarzının hazır ve işlenmiş yiyeceklere dayanması kitlesel bir sağlık krizine işaret ediyor, kal hastalıkları, kanser, yüksek tansiyon, diyabet gibi kronik pek çok hastalığı beraberinde getiriyor.

Peki, beslenme düzenini değiştirerek bu hastalıkları tersine çevirmek mümkün mü? Colin Campbell ve Caldwell Esselstyn, birbirlerinden habersiz olarak gerçekleştirdikleri araştırmaları ile sağlık ve beslenme arasındaki ilişkinin önemini kanıtlıyorlar. Et protein kaynağı, süt ise kalsiyum kaynağı olarak biliniyor. Ancak, bu varsayımlar neredeyse yüzyıl öncesinde çok farklı koşullarda ortaya atılmış. Bilim o zamandan günümüze yeni veriler ortaya koymuşsa da, besin piramidine bu yenilikler yansıtılmamış.

Belgeselde ‘bitki bazlı beslenme’ (whole food plant based diet) öneriliyor ve bu beslenme tarzını destekleyen örnekler paylaşılıyor. Bu beslenme tarzında, işlenmiş gıdaya yer yok. Hayvansal ürünler yerine bitki bazlı gıda tüketiliyor. Şeker, tuz ve yağdan mümkün olduğunca kaçınmak, bu üç beşini sadece yeteri kadarı ile tüketmek gerekiyor. Belgeselde işlenen ve Dr. Esselstyn tarafından yıllara yayılmış olarak yürütülen bir araştırmanın gösterdiği üzere çeşitli sağlık sorunları yaşayan kişiler bu diyeti uygulayarak yaşam sürelerini ve kalitelerini arttırmışlar.

Tuz, şeker, kızarılmış ürünler ile yağlı besinler bağımlılık yaratıyor. Yüksek kalorili olan bu gıdaların besin değeri çok zayıf. Beslenme düzeni pek çok hastalığın tetikleyicisi durumunda.

Colin Campbell’in The China Study (2004) isimli kitabında sonuçlarını paylaştığı Çin’de yapılan araştırmada Çin’de batı tarzı diyet yaygınlaşmadan önce kırsal ve yarı kırsal sayılan bölgelerde yaşayan kişilerin diyet, hayat tarzları çeşitli kan ve idrar testleri ile kayda alınmış ve yıllar içinde geçirdikleri hastalıklar harita üzerinde bölgelere göre belirlenmiş. Bu araştırmada beslenme ve hastalıklar arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarılıyor. Konuyla ilgili olarak, The Cheese Trap (2017) isimli kitabın yazarı Dr. Neal Barnard’a ve onun görüşlerine de yer veriliyor.

Belgesel şu hatırlatma ile son buluyor: “Yemek için yaşamayın, yaşamak için yemek yiyin.”

2011
96 dk.
imdb
↑ toc

Food Fighter (Belgesel)

Ronni Kahn, Avustralya’da resmi otoriteleri harekete geçiren bir değişimi başlatan bir aktivist. Odaklandığı nokta, yiyecek israfı.

Avustralya’da bir etkinlik organizasyon firması kuran Kahn, büyük etkinliklerden ve organizasyonlardan sonra henüz tüketilebilecek durumda olan yiyeceklerin çöpe atıldığına şahit olur. Bu konuda bir şeyler yapmak ister ve aslında hem evlerde hem marketlerde hem de restoran, hava yolu şirketleri gibi müşterilerine günlük yemek sunan yerlerde israfın aslında ne kadar büyük boyutta olduğunu görür. Henüz tüketilebilecek durumda olan yiyecekleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için OzHarvest’i kurar ve Avustralya’dan tüm dünyaya yayılan bir değişim başlatır. Food Fighters, Ronni Kahn’in Güney Afrika’da başlayan sonrasında İsrail’e uzanan ve Avustralya’da devam eden ilginç hayat hikayesini ve renkli kişiliğini seyirciye aktarıyor.

Avustralya’da marketten satın alınan her beş torba yiyecekten bir tanesi tüketilmeden ‘unutulduğu’ için çöpe gidiyor. Zincir marketler, üreticiden sadece aynı görünen, ‘estetik’ meyve - sebzeleri satın almak istiyor. Eğri büğrü görünümlü sebze ve meyveler ‘ugly food’ yani çirkin yiyecek olarak adlandırılıyor. Bu yiyecekler ya daha ucuza satılıyor ya da sadece görünüşleri nedeni ile hiç alıcı bulamadığı için çöpe atılıyor. Food Fighters, en değerli kaynaklardan olan su, toprak ve enerjinin bu şekilde nasıl boşa harcandığına da dikkat çeken bir belgesel.

2018
87 dk.
imdb
↑ toc

The Inventor: Out for Blood in Silicon Valley (Belgesel)

Elizabeth Holmes ve medikal kan testlerinin yapılış yönteminde devrim yaratma iddiası ile 2003 yılında kurduğu Theranos firmasının hikayesi bu belgeselde anlatılıyor. Elizabeth Holmes, yıllar içinde firmasına aldığı yatırımlar sayesinde Silikon Vadisi’ndeki en genç kadın milyarderlerden biri haline gelmiş, ancak The Wall Street Journal’da John Carreyrou imzasını taşıyan ‘Hot Startup Theranos Has Struggled With Its Blood-Test Technology’ isimli makalenin 2015 yılında yayınlanması ile firmanın sunduğu testlerin doğruluğu sorgulanmaya başlanmış.

Holmes, hayalini sağlık sistemine ve hastalıkları önceden teşhis edilmesine imkan veren kan testlerine herkesin ulaşabilmesi olarak açıklıyor kendisi ile yapılan bir röportajda. Belgeselde, yaşananlar ile ilgili görüşlerini paylaşan davranışsal iktisatçı Dan Ariely, ortaya çıkan olumsuz sonucu iyi anlayabilmek adına olayları baştan sona değerlendirmek ve Holmes’un hareket noktasını iyi analiz etmek gerektiğini belirtiyor. Holmes, erkeklerin egemen olduğu tıp dünyasında Theranos’un kuruluş hikayesini kişiselleştirerek anlatıyor. Kendisinin kan vermekten korktuğunu, bu işlemden hoşlanmadığını ve basit bir test ile hayatı kurtulabilecekken geç tanı nedeni ile amcasını kaybettiklerinden bahsediyor.

Theranos’da geliştirildiği söylenen ve patentleri dahi alınan cihazlar aslında çok karmaşık sistemlere sahip. Alanında uzman pek çok kişi, tanıtımı yapılan küçük cihazın iddia edilen testleri gerçekleştirmesinin fiziksel olarak imkansız olduğunu belirtiyor. Kimse, Theranos çalışanları dahil, bu cihazların nasıl çalıştığını anlayamazken, Holmes nanoteknoloji sayesinde kan testlerini yaptıklarını söylüyor.

Theranos, pek çok ünlü isimden yatırım almış. Bu kişiler arasında Silikon Vadisi firmalarına erken yatırımcı olarak katkı yapan ve tahminlerinde hemen hiç yanılmayan kişiler var. Belgeselde altı çizilen diğer bir nokta, Silikon Vadisi’nde aslında firmalardan çok firmanın vizyonuna ve liderine yatırım yapıldığı. Holmes, kilit isimleri etkilemeyi başarıyor ve bu isimler de firmaya referans oldukları için diğer yatırımcıları da firmaya çekmek kolaylaşıyor. Yatırımcıların aslında paralarını ortaya koydukları cihazlar hakkında pek bir fikirleri yok.

Pek çok doktor, firmanın yeterince şeffaf davranmadığını belirterek, testlerin nasıl yapıldığını açıklayana kadar Theranos’un testlerine güvenmediklerini açıklamışlar.

Theranos, Walgreens ile yaptığı anlaşma ile menüden yemek seçer gibi kan testi seçilen mini kliniklerini devreye sokmuş. Ancak, Theranos’un sağladığı test sonuçlarını klasik yöntem ile gerçekleştirilen kan testi sonuçları ile karşılaştıran pek çok kişi, firmanın güvenirliğini sorgulamaya başlamış.

Theranos, 2018 yılında açılan davalarla birlikte kapatılmıştır. John Carreyrou ise Elizabeth Holmes ve Theranos’un hikayesini ayrıntılı olarak Bad Blood (2018) isimli kitabında ele almıştır.

2019
119 dk.
imdb
↑ toc

Cowspiracy: The Sustainability Secret (Belgesel)

Belgeselin yazarı ve yönetmeni Kip Anderson, yıllar önce Al Gore’un ‘An Inconvenient Truth’ isimli belgeselinden etkilenerek günlük alışkanlıklarını değiştirmiş, örneğin, geri dönüşüme daha fazla önem verir almış, duşta su harcama süresini iyice azaltmış. Ancak, kazandığı bu ileri düzeyde biraz da ‘takıntılı’ çevreci bakışçısının yetmediğini düşünerek konuyu daha fazla araştırınca yıllık sera gazi salınımında sektörler arasında en üst sırada hayvancılığın geldiğini görmüş. Örneğin 1 hamburger için 660 galon su tüketilmesi gerekiyor. Bu miktar yaklaşık olarak iki ay süresince kısa duşlarda tüketilen su miktarına eşit. Oysa, ABD’de yıllık şu tüketimi incelendiğinde hayvancılık sektörü 55%’lik oran ile diğer tüm kalemlerin önüne geçiyor.

Dünya Bankasında çalışan iki çevre uzmanına göre küresel standartlar ile konu ele alındığında, hayvan yetiştiriciliği sera gazi salınımından ötürü küresel ısınmanın 51%’inden sorumlu.

Belgeselde de iletildiği gibi, hayvan yetiştiriciliği, dünya çapında çok büyük miktarda şu tüketimine (dünyadaki mevcut şu kaynaklarının 30%’u) ve ormansızlaşmaya (Amazon’da yaşanan ormansızlaşmanın 91%’ı hayvancılıktan kaynaklanıyor) sebep oluyor, mevcut arazilerin 45%’i bu alana ayrılıyor. Ayrıca, okyanuslarda ölü bölgelerin oluşumu, doğal yaşamın tükenmesinde ve bazı canlı türlerinin yok oluşunda da hayvancılığın olumsuz etkisi var. Kişi başı et tüketimi ile çevreye olan etkisi karşılaştırıldığında dünyadaki kaynaklarla her yıl katlanan nüfusu besleyebilmek asla mümkün görünmüyor. Hayvanların yaşadıkları olumsuz koşullar ve hayatlarına nasıl son verildiğinin yanı sıra hayvancılığın çevre üzerindeki olumsuz etkisinin gelecek yıllara nasıl yansıyacağı da uzmanlar tarafından zaten aktarılıyor.

Belgelde görüşlerine başvurulan sivil toplum kuruluşları deniz ve okyanus kirliliği, petrolün çevreye olan zararları gibi başlıklar üzerinde durduğu halde, hayvancılık ile ilgili bir çalışma gerçekleştirilmiyor. Kip Anderson, bunun temel nedenini sorguladıkça görüşme talepleri ret ediliyor, kapılar adeta yüzüne kapatılıyor. Bilgi topladığı esnada olaylar öyle bir hal alıyor ki bu sektörün hedefi haline gelmekten çekiniyor adeta.

Metaeconomics isimli kitabın yazarı avukat David Robinson Simon’ın belirttiğine göre, et ve süt ürünleri tüketmenin görünmeyen maliyetini toplum karşılıyor. Kesim için hazırlanması aylar alan hayvanların günlük olarak tükettikleri besin, şu miktarının yanı sıra çıkardıkları atıkların çevreye olan maliyetini et ve süt ürünü tüketsin ya da tüketmesin herkes ödüyor. Verdiği rakamlara göre bir McDonald’s hamburgeri ortalama $4 ancak bunun topluma maliyeti $11.

Cowspiracy, Sürdürülebilir gıda ürünlerinin hangilerini olduğunu anlamak adına mutlaka seyredilmesi gereken bir belgesel. Bu belgeselin yapımcıların birisi kendisi de vegan olan Leonardo DiCaprio.

2014
90 dk.
imdb
↑ toc

The September Issue (Belgesel)

Eylül ayı sonbaharın kendini yavaş yavaş göstermeye başladığı, yeni ürün lansmanlarının yapıldığı, yeni sezon koleksiyonlarının vitrinlere çıktığı aydır. Vogue dergisi için de yılın en önemli sayısı eylül ayınınkidir, çünkü moda dünyasının ‘ocak’ ayı ‘eylül’dur. The September Issue, Vogue US’in Eylül 2007 sayısının hazırlanması sırasında derginin ünlü editörü Anna Wintour ve ekibini adım adım takip ediyor. Anna Wintor’ün beğenmediği ve bu nedenle İptal edilen çekimler, bu çekimlerin zaman baskısı altında yenilenmesi, kapak fotoğrafının seçilmesi, renk uyumuna gösterilen titizlik, sayının ana konseptinin belirlenmesi, gibi pek çok ayrıntı belgeselde yer alıyor.

1988 yılından bu yana Vogue US’in editörlüğünü yapan Anna Wintour, o zamandan bu yana moda sektörüne öncülük yapan isim olarak biliniyor. Örneğin, dergi kapaklarında ünlülere yer vermek onun ilk uyguladığı fikirlerden biriymiş. Wintour, “moda, geçmişe değil geleceğe doğru bir bakıştır” diyor.

Dergilerin pek çoğunun yavaş yavaş sadece dijital ortamda yayınlarına devam edeceklerini duyurdukları bugünlerde, bir moda dergisinin eylül sayısı heyecanını yansıtan bir belgesel The September Issue. Ancak, bu belgeselin çekilme tarihi olan 2007’den bugüne moda dünyasında çok fazla şeyin değişmiş olduğu da ayrı bir gerçek.

2009
90 dk.
imdb
↑ toc

The Minimalists: Less Is Now (Belgesel)

Online alışverişin bu kadar kolay olması, reklamlar, alınanların mutluluk getireceği gibi çeşitli etkenler, insanları aslında ihtiyaçları olmayan ürünler almaya itiyor. Oysa, tüketimin sınırlarını çoktan zorlar duruma geldik. Elimizdeki zaten mevcut ürünleri değerlendirmek yerine yenisini almak daha kolay. Aslında yaşamak için gerekli olan günlük eşyalar o kadar az ki.

Minimalists isimli kitapları ile tanınan Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus ilkinin tamamlayıcısı niteliğindeki bu belgeselde hikayelerini yeniden paylaşıyorlar ve minimalizmin anlamını ve çıkış noktasını izleyiciye hatırlatıyorlar. Lüks araba markaları, ünlü tasarımcı kıyafetleri ve asla kullanılamayacak boyutta geniş evler. İnsanlar, kazandıklarını bunlara harcıyorlar, kendi rüyalarının değil ama kendilerine vadedilmiş olan ‘Amerikan Rüyasının’ peşinden koşuyorlar. Üstelik bunu pek de farkında olmadan yapıyorlar. Daha fazla mutlu olmak yerine elde ettikleri tek şey ise kredi kartı borcu ve bu borçla başa çıkabilmek için giderek artan çalışma saatlerine katlanma zorunluluğu oluyor.

Belgeselde vurgulanan diğer bir nokta, insanların aslında alışveriş yaparken pek de seçme şanslarının olmadığı. Kendilerine dayatılan, ekranlarında çıkan reklamlardaki ürünleri satın alan tüketicilerin sayısı her gün artıyor. Üstelik dijital reklam harcamalarının 70%’ı Amazon, Facebook ya da Google’a gidiyor. Tercihlerimizi manipüle etmeye dayanan yapay bir monopolleşme içinde yaşıyoruz. Ne seyrettiğimiz, ne dinlediğimiz, neyi satın aldığımız bu büyük firmalar tarafından belirleniyor adeta.

Pazarlama departmanları ve reklam ajansları da sanki bir ürüne ihtiyacımız varmış gibi gösterme konusunda çok başarılılar. Sosyal medyanın da fonksiyonu bu aslında. Reklamcılıkta amaç hep daha fazlasını satabilmek. Yetersiz olduğumuz ve reklamdaki ürünü alırsak eğer işte o zaman yeterli olacağımız fikri aşılanıyor bizlere. Oysaki, ait olma ve tatmin hissi yaratan bir toplumun üyesi olmayı, hayatta bir amacın olmasının değerini ya da bir kimliğimizin olması gibi niteliklerimizi adeta kaybettik ya da unuttuk.

ABD’de ortalama bir evde 300.000 parça eşya var. Eğer evlerde, depolarda, dolaplarda yer alan eşyaları hatırlamak mümkün olmak tan çıktıysa, bunları saklamanın amacı ne?

Satın almak, toplumda yer edinme, belli bir imaj sahibi olmak ile özdeşleşmiş durumda. Kişiler sahip oldukları eşyalar üzerinden ve kullandıkları markalar ile değerlendiriliyorlar. Sosya-ekonomik duruma bakmaksızın herkes kendisini bir başkası ile karşılaştırıyor.

Belgelde yer alan bir kişinin belirttiği gibi aslında mutlu olmak için tek ihtiyacımız olan şey daha fazlasını satın almak değil, bizi mutlu edecek şeyin ne olduğuna dair biraz düşünmek. Ancak bu şekilde minimalizm için doğru amacı bulabilir ve daha azı ile yetinerek daha ferah ortamlarda yaşayabiliriz. Yaşamaya daha fazla vakit ayırabiliriz.

Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus, Minimalism: A Documentary About the Important Things (2015)’de vurguladıkları noktalara bu kez yenilere yer açmak için mi sadeleşiyorsunuz yoksa sade bir hayata gerçekten geçiş mi yapıyorsunuz diye soruyorlar.

Her ikisi de evlerinin aşırı ‘sade’ olmadığını, ama sahip oldukları her eşyanın bir fonksiyonu ve amacı olduğunu belirtiyorlar. Amacı olmadan saklanan her eşyadan kurtulmanın iyi fikir olduğunu da ekliyorlar.

2021
53 dk.
imdb
↑ toc

Take Your Pills (Belgesel)

2018 yapımı bir Netflix belgeseli olan Take Your Pills, hem öğrencilerin hem de yetişkinlerin konsantrasyonlarını arttırmak üzere başvurdukları en başlıca yöntem olan reçeteli ilaç kullanımının olumsuz sonuçlarını inceliyor. Verilen örnekler çarpıcı da olsa, belgeselde konunun işlenişi yer yer yüzeysel kalmış.

Belgeselde paylaşılan örneklere göre, teknoloji ve finans sektörü çalışanlardan, yazılımcılardan, sınavlara hazırlanan öğrencilerden ya da yarışlara girmek üzere olan sporculardan her an en iyi performanslarını göstermeleri bekleniyor. Rekabet o kadar fazla ki, bir an duraksayan kişi hemen geriye düşüyor. Böyle baskı altında kalan kişiler, kesintisiz performans gösterebilmek için doktora başvurduklarında, pek çoğuna ADHD (Attention Deficit Hyperactivity Dışorder - Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) ya da benzer bir teşhis konuluyor. Bu kişilere, tüm olumsuz etkilerine rağmen, çeşitli ilaçlar veriliyor. Bu ilaçların düzenli olarak kullanılması gerekiyor. Bu sayede uzun süre yüksek dikkat gerektiren, aslında oldukça sıkıcı işler üzerinde çalışmaları mümkün hale gelse de, uzun vadede bu durum bir bağımlılık haline gelebiliyor.

Dünya çapındaki verilere göre, ABD en fazla ADHD teşhisi konulan ülke. Belgeselde anlatılana göre, özellikle ergenlerde, bu teşhis konulduğunda anne-babalarda adeta bir rahatlama oluyor, pek çoğu çocuğunun başarılı olacağı düşüncesi ile ikinci bir uzman görüşü alma yoluna dahi gitmeden doktorun önerdiği tedaviyi benimsiyor, çocuklarını bu şekilde kontrol altında tutuyorlar. Take Your Pills, bu sayede else edilen başarının kişiye mi yoksa kişinin başvurduğu bu yönteme mi ait olduğunu sorguluyor.

2018
87 dk.
imdb
↑ toc

What The Health (Belgesel)

Kip Anderson, What The Health isimli belgeselin hem yönetmeni hem de yazarı. Belgesel, genel olarak diyet ve hastalıklar arasındaki bağlantıyı araştırıyor. Ailesinde kalp rahatsızlığı, diyabet, kanser gibi pek çok hastalık bulunan Anderson, beslenme düzenini değiştirerek bu hastalıklara yakalanma riskini azaltıp azaltamayacağını sorguluyor.

Belgesel öncelikle işlenmiş gıdanın zararları üzerinde duruyor. Örneğin peynir en çok tüketilen işlenmiş gıdalardan bir tanesi. Hem tuz oranı yüksek hem de sütun işlenmesi ile elde ediliyor. Bir başka ürün ise işlenmiş et ürünleri. Bu tür ürünler tüketildiğinde ette yer alan ve sağlığa zararlı bakterilerin yanı sıra, etin işlenmesinde kullanılan diğer maddeler de vücuda alınmış oluyor. Organik gıda ise pek farklılık yaratmıyor.

Belgeselde en dikkat çekici noktalardan bir tanesi de gıda endüstrisinin sivil toplum kuruluşları ve organizasyonları fonlaması nedeniyle beslenme ve diyet hakkında gerçekleri söylemesi gereken kurumların susmayı tercih etmesi. Ayrıca, (ABD’de) devlet de okullar başta olmak üzere hayvansal gıda tüketimini artırmak üzere çeşitli kampanyalar yürütüyor.

Bu belgeselde Michael Klaper, Michael Greger, Neal Barnard ve David Simon gibi konu hakkında kitabı bulunan pek çok kişinin görüşüne de yer verilmiş.

2017
97 dk.
imdb
↑ toc

Seaspiracy (Belgesel)

Seaspiracy, balık tüketiminin etik ve çevre bakımından sonuçlarını küresel çapta ele alan bir belgesel. Belgeselin yapımcısı Cowspiracy (2014) ve What The Health (2017) belgeselleri ile tanınan Kip Anderson. Seaspiracy, filmin aynı zamanda yönetmeni de olan Ali Tabrizi’nin dünyanın ticari balıkçılık merkezlerinde iz sürmesini anlatıyor.

Ali Tabrizi, öncelikle kendi hikayesini anlatıyor. Küçüklüğünden itibaren çok sevdiği okyanusun ve okyanuslardaki yaşamın plastik atıklarla ve kirlilikle nasıl tehdit altında olduğundan bahsediyor. Birkaç yıl öncesinde okyanuslarda toplu balık ölümlerinin gerçekleştiğini anlatan haberler dikkatini çekiyor ve konuyu araştırmaya başlıyor.

Endüstriyel balıkçılığın etkileri hem marin ekosistem üzerinde hem de iklim değişikliğinde gözlemleniyor. Ticari balıkçılık okyanuslarda ve denizlerde oluşan plastik kirliliğinin en büyük nedeni. Tek kullanımlık plastik ürünlerin de bu kirlilikte payı var elbette ancak, balıkçılık için kullanılan plastik ağlar hem ticari değeri olmayan ve/veya istenmeyen deniz canlılarının da ağlara takılmasına (by-catch) ve deniz bitkilerinin tahrip olmasına yol açıyor. Bu durum su altındaki ekosistemin dengesini bozuyor. Ayrıca, yakalanan balıklar ağlardan ötürü yaralanıyorlar.

Seaspiracy, deniz canlılarını tüketimine son vermenin ve bu şekilde talebi azaltmanın okyanuslardaki doğal hayatı korumak için yapılabilecek en iyi şey olduğunu vurgulayarak sona eriyor.

2021
79 dk.
imdb
↑ toc

Earthlings (Belgesel)

Yönetmenliğini Shaun Monson’ın yaptığı ve Joaquin Phoenix seslendirdiği belgesel Earthlings, ticari hayvancılık hakkında her bakımdan çok çarpıcı gerçeklere yer veriyor. Bu belgeseli izlemesi hiç kolay değil, zira pek çok kişi bu belgeseli izledikten sonra hayvansal ürünleri tüketemediklerini ve veganlığı benimsediklerini belirtiyor.

Earthling, dünyada yaşayan tüm canlıları ifade eden bir kelime. Bütün canlılar bu dünyada yaşıyor ve tüm canlıların yaşam hakkı var. Turculuk (Speciesism) kavramı ise, insanların farklı türden olan canlılara farklı şekilde davranması durumunda ortaya çıkıyor. (En basit örnek olarak bir kişinin evcil hayvan olarak sahiplendiği köpeğini sabah saatlerinde dolaştırıp, akşam hayvansal ürün tüketmesi verilebilir, ancak bu konu hiç kuşkusuz çok derin) İnsanoğlu, kendini ‘güçlü’ ve ‘üstün’ gördüğü için diğer canlılara karşı gücü elinde bulundurduğunu düşünüyor ve bu durum da pek çok canlının acı çekmesi ile sonuçlanıyor.

Earthlings, hayvanlara yapılan uygulamaları beş farklı başlık altında ele alıyor.

Her başlık, hayvanlara yapılan uygulamalara odaklanarak adım adım inceleniyor. Hayvansal ürün tüketiminin bu canlılara bu kadar acı vermeye değip değmeyeceği sorgulanıyor.

Earthlings, konuya duyarlı herkese önerilen en ünlü yapımlardan biri.

2005
85 dk.
imdb