How to Stay Sane in an Age of Division | Elif Safak (Kitap)
Bireylerin yalnızlığı, benzerlikler ve karşıtlıklarla dolu dünyanın ortak noktasıdır. Pandemi, günlük rutinlerin birden değişmesine yol açtı, beraberinde belirsizlik hissini, gelecek korkusunu, ekonomik krizi, küresel sağlık krizini getirdi.
Güç, zenginlik, otorite, veri ve bilgi bir grup insanın elinde toplanırken, geride kalanlar, kendilerini dışlanmış hissediyorlar. Aslında herkese eşit söz hakkı vaadi sunan sosyal medya, nefret söylemlerinin, bölücü ifadelerin yayıldığı yer haline geldi. Farklılıklara bu kadar hoşgörüsüz kalmak, öğrenmekten vazgeçmiş olmaya, kendini kapatmış olmaya işaret eder. Çünkü, sesini duyurabilmek ve dinlemek bir bütün halinde ilerler.
Grup düşüncesi asla besleyici değildir. Yankı odaları, kısıtlayıcıdır, adeta narsistik varoluş gibidir. Narsizm, bireysel düzeyden kollektif düzeye taşındığında, ‘dünyanın merkezinde olma’ anlayışı ortaya çıkar. Bu durum, hayal kırıklığını ve kafa karışıklığını perdelemenin bir yöntemidir, beraberinde bir güvensizlik dalgasını da getirir.
Erich Fromm, güvensizlik ve kırılganlıkla yüzleşmek zorunda olan insanların kendilerini bir gruba ait hissetmeye başlamaları durumunda güven hislerinin ve özsaygılarının nasıl yükseldiğini açıklar. Özdeşleşmenin ortaya çıktığı bu durumda, kollektif narsizmin milliyetçilik kılığında ortaya çıkma olasılığı yüksektir. Ya da bir çeşit dinsel narsizm ile, sadece kendileri ile aynı inancı paylaşanların erdemli olduklarına inanırlar. Aslında, müthiş hissettiren bir grubun bir üyesi olmak, bu şekilde kabul görmektir.
Grup narsizmi, sosyal medya ve dijital iletişim teknolojileri ile tepe noktasına tırmandı. Birlikte varolamayan toplumları bekleyen bir kutuplaşma ikliminin ortaya çıkmasıdır. Farklı düşünenler parmakla işaret edilir, çeşitliliğe asla değer verilmez. Söylemlere ‘biz’ ve ‘onlar’ zamirleri hakim olur. Seslerini duyuramayanlar bir içerleme hissine kapılırlar. Oysa, çokkültürlülük ortamında yabancılık çekmeden, kendilerini doğmadıkları bir kente, doğmadıkları bir ülkeye ait hisseden milyonlar var.
Pandemi, ekonomik durgunluk, işsizliğin artması, hayat standartlarının düşmesinin yanısıra, demokrasi, mutluluk, normal, değerler, bencillik, özgürlük gibi pek çok temek kavramın da yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmıştır. Hayat, artık pandemidekinden önceki gibi olmayacak. Bu da, insanlığı bir yol ayrımına getiriyor. Bir tarafta milliyetçilik, korumacılık, önce benim gibiler anlayışı varken, diğer tarafta ise küresel sorunlarla hümanist bir ruhla mücadele etmenin mümkğn olduğunu düşünenler var. Bu süreçte hiç kuşkusuz ekonomik ve siyasi faktörlerin etkisi ön planda olacak ancak kendi kimliğimizi nasıl tanımladığımızın etkisi de hissedilecek. Kültürel temas çoklu aidiyetlere kapı aralayan en temel unsur, düşüncede esneklik, akışkanlık bu şekilde ortaya çıkıyor.
Nesiller değiştikçe yarınların daha iyi olacağı anlayışı zayıflıyor. Siyaset sosyoloğu Zygmaunt Bauman’ın ‘ebeveynin varış noktası’nın ‘çocuklarının başlangıç noktası’ olacağına ilişkin normu artık kabul görmüyor. Z Kuşağı bugüne kadar gelen en çok çeşitliliği içeren, en iyi eğitilmiş nesil olacak. Buna rağmen, iklim değişikliği, ırkçılık, ayrımcılık, barınma giderleri, sosyal medyanın olumsuz etkisinin ve daha pek çok sorunun ağır bastığı bir dünyada eğitimin sınıfsal hareketliliğin yönünü yukarı doğru çevireceğinin garanti edeceğini kim iddia edebilir?
Dünyanın gidişatı ve bizim bu gidişattaki yerimizle ilgili yoğun kaygı halimiz, bulaşıcı kaygı çağının bir getirisi. ‘Kriz’ terimi, artık günlük hayatın bir parçası konumunda. Genel krizlerin yanı sıra yaşanan sektörel krizlerin etkileri hemen her gün tartışılsa da, bu krizlerin akıl sağlığımızı nasıl etkilediği hiç irdelenmiyor. Yaşanan bu tedirginlik hali, bütünsel varoluşsal kaygılar ile birleşiyor. İnsanlar sosyal varlıklar olarak kendi ruh durumlarını aynen çevrelerine yansıtırlar. Bu da, olumsuzlukların bizi etkilediğini, hatta bizi panik olmaya sürüklediğini gösteriyor.
İnsanın kendi benliğini kaybetmesi, üstelik bunu farkedememesi en büyük tehlike. Oysa, bazen kötü hissetmek çok normal. İşlerin karanlık yüzüne zaman zaman geçtiğimizi kabullendikten hemen sonra, bunu daha yapıcı bir hale sokmanın yolunu bulmamız gerekiyor.
Öfke kendi başına yol gösterici bir güç olamaz. Öfkeyi iyiliğe kapı aralayan, yaratıcılığı destekleyen, kollektif bir güce dönüştürmenin bir yolunu bulmak gerekiyor. Kısacası, öfkeyi bastırmak yerine kendi içimize bakmalıyız.
“Ayrımcılık her zaman kelimelerle başlar” (sayfa 98). Duyarsızlık ise, kaygı, hayal kırıklığı, kafa karışıklığı, yorgunluk, bıkkınlık gibi pek çok duygunun birleşimidir. Olumsuz olarak nitelenen olaylar, giderek artan sayıda insanın hissizleşmesi ile mümkün oluyor. Hissizleşmenin tipik örnekleri, kendi derdimize düşmek, başkalarını hiç düşünmemek, duygusuzlaşmak, umursamaz olmak.
“Çok fazla enformasyonun, daha az bilginin ve ondan da az bilgeliğin olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu oranın tersine dönmesi gerek. Daha az enformasyona, daha fazla bilgiye ve çok daha fazla bilgeliğe ihtiyacımız var kesinlikle.” (sayfa 105). “Çelişkili olarak görünse de, fazla enformasyon gerçek bilginin önündeki engeldir. Bilgi için okumak gerekir.” (sayfa 106).
1990’ların sonları ve 2000’lerin başında teknolojik iyimserlik havası dünyaya hakim oldu. O dönemdeki ana varsayım, bireylere yeterli enformasyon sunulduğu takdirde rasyonel davranacaklarıydı. Bu bakış açısı, enformasyon ve teknolojinin yayılmasına ve tarihi kendi akışına bırakmaya yol açtı. Facebook’un yeni yeni kurulduğu o günlerde, iyimserlik yaygındı. İyimserlik sonsuz ilerleme ilüzyonuna yol açtı. Sistemler, sanılanın aksine, asla demokratikleşmedi. Dijital platformlar, tam tersine, iftiranın, nefret söylemlerinin bölücü ifadelerin kaynağı olmakla kalmadı, pek çok yalanın da yayılmasına aracılık etti.
Batılı ülkeler başka ülkelerde yaşanan çalkantılı günlerin kendilerine asla uğramayacağını çünkü kendi mücadelelerini çoktan verdiklerini ve kazandıklarını düşündüler. Pandemi sonrası dünya, tarihin geriye doğru akabileceğinin kanıtı oldu. İlerleme ve istikrar hiçbir ülke için garanti değildi çünkü hiçbir ülke kaygılarını gerçek anlamda aşamamıştı.
Demokrasiyi kurmak zor, elden gitmesi ise çok kolaydır. Kestirme yollar değil, çoklu aidiyetlere giden karmaşık yollar bizi bu çıkmazdan kurtaracaktır. Empati, bilgelik, hümanizm gibi araçlar bizde var. Önemli olan duygulardan korkmadan harekete geçebilmektir.

Bölünmüş Bir Dünyada Akıl Sağlığımızı Nasıl Koruruz
Elif Shafak
2022
120 sayfa
goodreads

tekrar okumaya değer!
# felsefe
2023 kasım
ekim
eylül
ağustos
temmuz
haziran
mayıs
nisan
mart
şubat
ocak
2022 aralık
kasım
ekim
eylül
ağustos
temmuz
haziran
mayıs
nisan
mart
şubat
ocak
2021 aralık
kasım
ekim
eylül
ağustos
temmuz
haziran
mayıs
nisan
2020 temmuz
nisan
2019 aralık
kasım
ekim
eylül
ağustos
temmuz
haziran
mayıs
nisan
şubat
ocak
2018 aralık
kasım
ekim
eylül
ağustos
temmuz
haziran
mayıs
nisan
mart
şubat
ocak
2017 aralık
kasım
ekim
eylül
ağustos
temmuz
haziran
mayıs
nisan
mart
şubat
ocak
2016 aralık
kasım
ekim
eylül
ağustos
haziran
mayıs
nisan
mart
şubat
ocak
2015 aralık
kasım
eylül
ağustos
temmuz
haziran
mayıs
ocak
2014 aralık
kasım
eylül
2013 aralık
kasım